Etiketler

7 Ekim 2020 Çarşamba

Ben de Tarkan

 

                                                                    Levent Özgür

                                                                    Ekim 2020


            Benim şiddetle aram hiçbir zaman için olmadı. Sana tokat atılırsa diğer yanağını da uzat türünden bir pasifizmden bahsetmesem de kendimi bildim bileli kavgalardan olabildiğince uzak durdum. Kavga seyretmeye meraklı insanlardan biri de olmadığım için 40 yıllık hayatımda arada sırada beceriksizliğimden dolayı kendimi kavganın içinde bulduğum belki 1-2 sefer olmuştur, o kadar. Kendimden gurur duyarak kavga ayırmaya niyetlendiğim ilk denememde ise nerden geldiğini anlamadığım bir yumruğu yedikten sonra Kofi Annan kariyerimi erken bir jübileyle sona erdirmeye karar verdim. Havada en ufak bir elektriklenme hissettiğim zaman tabanları yağlamak suretiyle olay mahallinden uzama prensibimi uzun süredir başarıyla uyguluyorum daha doğrusu uyguluyordum.

Dün başımdan geçen hadiseyi saymazsak hayatım boyunca kendi isteğimle katıldığım tek kavga ben 4-5 yaşlarımdayken gerçekleşmiş tabii benle aynı yaşta bir kızı pataklamaya kavga denilirse. Bu anımdan mişli geçmiş zamanda bahsetmemin sebebiyse olayı annemin anlattıklarından biliyor olmam. 4 yaşımdayken annemin bile haberi olmadan bana göre nispeten haylaz olan ağabeyimin Teksas – Tommiks çizgi romanlarını okuyarak okumayı sökmüşüm. Okuma yaşında olmadığım ve annem de okumayı bildiğimden bihaber olduğu için yaşıma uygun kitaplar da alınmamış bana. O yaşlarda annemin dizinin dibinden hiç ayrılmayan bir çocuk olduğum için kendine hiç vakit ayıramayan annem bir gün benim yaşlarımda bir kızı olan arkadaşını eve çağırmış. Kızla beni de oyun oynarız ümidiyle odamda yalnız bırakmışlar. Kızcağız benimle evcilik oynayacağını düşünüp ayılarıma çay saati yaptırmaya kalkınca mı bozulmuşum, yoksa gizli gizli okuduğum Teksas - Tommikslerden mi etkilenmişim bilinmez kızcağızı aynı çizgi romandaki gibi Smacık Pacık diye efektler çıkara çıkara bir güzel hırpalamışım. Sonrasında kopan kıyamet, bağırış çağırıştan sonra annem beni başka çocuklarla yalnız bırakmaktan vazgeçmiş.

Aynı yıllardan başka bir hikayemde ise yine benden bunalan annem, bu sefer de yakasından düşmem için mahallede oynayan ağabeyimin kuyruğu pozisyonunda beni de evden kışkışlamış. Ağabeyim top oynarken ben de köşede oturmuş onu ve mahalledeki diğer çocukları seyrediyormuşum. O anda mahalledeki çocukların bir kısmı iki takıma ayrılmış bir şekilde “yedikule” denilen bir oyun oynuyormuş. Oyunda bir takım taşları üst üste dizmeye çalışıyorken diğer takım da taşları dizmeye çalışanları ebeleyerek oyundan çıkarmaya çalışıyormuş. O yıllardan beri süre gelen obsesif-kompulsif kişiliğim sağ olsun oynamıyor olmama rağmen taşları dizdiğim için çocukların birinden dayağı oracıkta yemişim de ağabeyim sonradan yetişip beni korumuş.

Bu iki anımla birlikte kavganın kazananı olmadığını anlamış olduğumdan olsa gerek şiddetle arama mesafeyi net bir şekilde koymuşum. Kusura bakmayın kendimi tanıtmadan çocukluğumu anlatmaya başladım. Adım Onur, 1980 yılında İzmir’de doğdum, İzmir’de varlıklı bir ailede büyüdüm. Hep iyi okullarda okudum. Askerliğimi kısa dönem olarak yaptım. Hiç evlenmedim, aslında gerçek anlamda kız arkadaşım bile sadece bir kere oldu. Hem annemi hem babamı aynı sene 21 yaşımdayken kaybettim. Aslında bugünkü kavga mevzusunu anlatmayı planlıyorum ama öncesinde o noktaya nasıl geldiğimden de bahsetmezsem motivasyonumu daha doğrusu karşı koyamadığım sürüngen beyin dürtümü açıklamam zor olur.

Kolay ilişki kurabilen bir insan olmadığımı az çok anlamışsınızdır. Bu kadar yıllık hayatımda arkadaşım diye sayabileceğim sadece 2 kişi var: Tufan ve Zeki. Lisede üçümüz de aynı sınıftaydık ve iyi arkadaştık (hatta isimlerimizin baş harflerinden TOZ kardeşler diye lakabımız bile vardı). Üçümüz de İTÜ’de değişik bölümleri kazanınca İstanbul’lu olan annemden kalan 3’ümüze yetecek büyüklükte olan bir evde birlikte oturmaya başladık ve ayrılmaz bir 3’lü olduk. Her 3’lü arkadaşlıkta olduğu gibi zaman zaman üçümüzden birinin dışarda kaldığı veya kalmış hissettiği oldu. Bu üçüncü çoğunlukla ben olsam da yalnızlığı seven yapımdan dolayı bundan pek şikayetçi olduğumu da hatırlamıyorum. Üniversiteden sonra Zeki bir bankaya girdi, Tufan da ismi bilinen yabancı bir şirkette gelecek vadeden bir pozisyona başladı. Bense ailemden bana kalan gayrimenkullerden gelen kira gelirinin de verdiği rahatlıkla hiçbir başlangıç pozisyonunda verilen maaşı beğenmedim dolayısıyla da hiçbir zaman çalışmaya başlamadım. Üniversiteden mezun olunca üçümüz de İstanbul’da kaldık ve aynı evi paylaşmaya devam ettik.

İşler bir gece Zeki’nin Pınar’la çıkmaya başlamasıyla değişti. Pınar lise yıllarımızda tüm sınıfın aşık olduğu ama kimseye yüz vermeyen sınıfın en güzel kızıydı ama her zaman bizden en az 2 hatta 4-5 yaş büyük erkeklerle çıkardı. Üniversite okumaya da Amerika’ya gidince Pınar’ı sadece yazları, o zamanın moda gece kulüplerinde yanında zengin ve bizden büyük erkeklerle görürdük ve selamlaşmaktan öteye gidemezdik. Zeki diğer ikimizden farklı olarak Pınar’la kanka modunda arada sırada dertleşir, uzaktayken bile e-maille haberleşirdi.

Bir gece yine üçümüz o yıllarda sıkılıkla yaptığımız gibi İstanbul’un ünlü gece kulüplerinden birine gitmiş içki içiyorduk. Tufan’la ben erkenden önümüzü göremeyecek hale gelmiş, Zeki’nin ortadan kaybolduğunu bile fark etmemiştik. Bizim kadar içmeyen Zekiyse meğer dikkatli gözleriyle Pınar’ı ağlarken görüp yanına gitmiş ve teselli etmeye başlamış. Gecenin devamında olanları hafızam kayda almadığı için kendimi ertesi gün yatağımda, susuzluktan ölmüş, başı zonklar ve midesi bulanır bir halde buldum. Su içmeye bile kalkacak halim yoktu. Tüm zorluklara rağmen aşırı susuzluğumu gidermek için kalkıp mutfağa doğru giderken salondan gelen televizyon sesi dikkatimi çekti. Salona girince kıkırdayarak “günaydıııın” diyen Pınar’ı görünce dona kaldım. Uyandığımı gören Zeki Pınar’ın dudağına öpücüğü kondurunca durumu anladım. “Vay anasını sayın seyirciler Zeki koskoca Pınar’la çıkmaya başlamıştı.”

Zeki’yle Pınar’ın aşkı TOZ kardeşlerin hayatını kısa süre içerisinde değiştirdi. Pınar’ın kendisi kadar güzel olmasalar da hoş iki arkadaşından biri olan Lale’yle Tufan çıkmaya başlayınca, boşta kalan üçüncüler olarak Gizem’le ben de flörtleşmeye başladık. O güne kadar aşık olma kapasitesine bile sahip olamadığımı düşünen ben kısa bir süre içinde sırılsıklam aşık olmuş ve kendimi dünyanın en mutlu insanı olarak görmeye başlamıştım. O yazdan başlayarak geçen 2 yıl benim hayatımın en mutlu 2 yılı olmuştu. İlk günler karşılıklı birbirimizi tanıma ve heyecan günleriyken zaman geçtikçe birbirimize çok alışmış, birbirimiz için yaratıldığımıza emin olmuş ve hayatımızın sonuna kadar hiç ayrılmama yeminini çoktan etmiştik. Gizem’in ailesiyle tanışmam ve kabul görmemin de etkisiyle evlenmeden kendimizi evli gibi hissetmeye başlamıştık. Üç yakın erkek arkadaşla üç yakın kız arkadaşın 6’lı bir grup oluşturması kadar ideal bir durum olabilir miydi? Bence olamazdı.

Her yere birlikte gidiyoruz, her şeyi birlikte yapıyoruz, tatiller, aileler, sinemalar, gece hayatı vs. derken ayrılmaz 6’lı olmuş başka kimseyi dünyamıza almıyorduk. Dünya yıkılsa umurumda olmazdı o günlerde. Söylediğim gibi tüm tatil planlarımızı da 6’mız birlikte yapıyorduk. Organizasyon kabiliyeti iyi olduğu için Zeki her türlü plan programı yapar, diğerlerimiz de pek itiraz etmeden uyum sağlardık. O yıllarda başlayan İstanbul-Mykonos direkt uçuşlarıyla birlikte gençler arasında popülaritesi bir anda artan Mykonos’a gitmeye karar vermiştik o yaz.  Pınar’ın doğum günü de tam tatilin ortasına denk geliyordu. Zeki Pınar’ın doğum günü için pasta ayarlamıştı ama büyük sürprizi hepimizden gizlemişti. İyi de yapmıştı çünkü kendi içimizdeki istihbarat ağına hepimiz aşırı hakimdik. Birimizden diğerine giden bilgi saatler içinde grubun kalanına ulaşır, eğer olur da birimiz sonradan öğrenirse kalanlara çok bozulurdu. Zeki Pınar’a evlilik teklif etmeye karar vermiş ve hiç birimize fark ettirmeden bir tektaş yüzük almıştı. Yüzüğü de Pınar’ın doğum günü gecesi dolunayda dizinin üstüne eğilerek Pınar’ın parmağına takmış ve hepimizin önünde evlenme teklif etmişti.

O gece Mykonos’un altını üstüne getirmiş ve inanılmaz eğlenmiştik. Şimdi dönüp baktığımda ise o günün mutluluğumun tepe noktası olduğunu ve o günden sonra adım adım her şeyin kötüye gittiğini anlıyorum.

Ertesi gün sabah plajda üç erkek kaldığımız bir anda Zeki: “Hadi bakalım sıra sizde artık: Acaba hanginiz daha önce evlenme teklif edecek?” dediğinde bir yarışın içinde olduğumuz hissine kapıldım. Sona kalsam Gizem trip atacak diye düşündüğüm ve acısını çıkarmak için daha da özel bir şey yapmam gerekeceği için bir an önce evlenme teklif etmenin bir yolunu bulmam gerekiyordu. Fakat elini çabuk tutan Tufan olup da o günden tam 8 gün sonra Lale’ye evlenme teklif edince ben sona kalmış oldum. Sona kalınca da çıtayı daha da yukarı çekmek, çok özel bir günde çok özel bir şekilde evlenme teklif etmem gerekiyordu.

Anlam verememenizi anlıyorum çünkü şu anda ben de anlam veremiyorum ama o günkü ruh halimle nedense böyle bir rekabetin içine girmiştim. Evlenme teklifinde yaptığı uyanıklığı düğün tarihinde de yapan Tufan, önce Zeki’yle Pınar’ın düğün planını beklemiş, tam bir yıl sonraya alınan 7 Temmuz 2007 tarihinde olacak düğünden tam bir hafta önceye  30 Haziran 2007’ye Lale’yle düğünlerini ayarlamıştı. Ben de kendime göre planımı yapmıştım. 30 Haziran’da sahneye çıkıp tüm davetlilerin önünde Gizem’e evlilik teklif edecek hem de Tufan’dan rol çalacaktım. Fakat hesaplamadığım bir şey oldu. Çok özel olsun diye evlilik teklifimi 1 yıl erteleyince Gizem’le aramızın gittikçe bozulacağını düşünmemiştim. 6’lı grubumuzun 4’ü bir yandan yoğun iş temposu bir yandan yuva kurma hazırlıklarıyla uğraştığı için 6’lı buluşmalar azalmış, Gizem’le ben daha çok birbirimize kalmıştık. Bir yandan ilk aşk heyecanının azalması, bir yandan benim evlilik teklifi etmemiş olmamım Gizem’i üzmesi derken ilişkimiz her geçen gün yıpranıyordu. Bir gece içkinin de etkisiyle başlayan tartışmamız uzadı ve birbirimize girip ayrıldık. Ayrılmamız 6’lı arkadaşlığımızın da bozulması anlamına geleceği için araya diğerleri girdi de bizi tekrar barıştırdı. Barışma seksimizden sonra Gizem’e daha da aşık oldum. Aşık oldukça kıskanıyor, kıskandıkça kötü davranmaya başlıyordum. Derken bir daha ayrıldık, bir daha barıştırıldık, bir daha barışma seksi derken her ayrıldığımızda birbirimize daha da kızıyor, her barıştığımızda birbirimize daha da aşık olduğumuzu düşünüyorduk. Fakat ayrılıklarımızın süresi de 3 günden 1 haftaya, 1 haftadan 2 haftaya, 2 haftadan 1 aya uzayıp duruyordu.

Her şeye alışıp kabullendiğim gibi hayatımın evlenene kadar bu şekilde devam edeceğine de alışmıştım. Artık önemsemiyordum ayrılıklarımızı. Ben Gizem’i kıskandıkça aşk acım derinleşiyordu ama Gizem de benim etrafına zarar veren o halimi gördükçe benle yuva kurma fikrini masaya yatırdığını anlayamıyordum. Evlenme teklif etmeyi düşündüğüm 30 Haziran tarihine yaklaşık 2 ay kalmıştı fakat bu sefer daha da büyük bir kavga ettik ve birbirimize çok ağır şeyler söyledik. Her kavgada ilk andaki nefretim önce alışkanlığa sonra yavaş yavaş normalleşmeye doğru gidiyordu ve bir şekilde barışıyorduk. Fakat son seferinde barışmadık. Kendi düğün telaşına kapılan arkadaşlarımızdan da bir çaba gelemeyince kimse aramızı düzeltemedi. Ben de evlenme teklif etmekten vazgeçtim ve hayata küstüm.

Gizem’siz hayatımda topu topu iki kankam vardı ve onlar da bir hafta arayla evlendiler ve üçümüzün yaşadığı evden çıktılar. Arkadaşlarım yeni hayatlarına devam ettiler, bense hayata küsüp içime kapandım. Arada bir üç erkek yemeğe gidip içiyorduk ama Zeki de Tufan da evde karılarına gidecekleri için geceler uzamıyordu. Onlar döndükten sonra ben tek başıma devam edip içip içip tanımadığım insanlarla takılıp arada bir eve o gece tanıştığım kızları getirip bir gecelik ilişkiler yaşıyordum. 3’lü buluşmalarımızdan daha da nadir olarak 5 kişi buluşuyorduk, ama hanımköylü arkadaşlarım sağ olsun asıl 5’li buluşmalar Gizem’le yapılanlardı.

Önce Lale’nin hamile olduğu haberi geldi, 1 ay sonra da Pınar’ın. O haberlerle birlikte Gizem’le olan yuva kurma hayalimi daha da özlediğimi fark ediyordum ki bir gün Gizem benle buluşup kahve içmek istediğini söyledi. Ne kadar mutlu olduğumu tahmin edemezsiniz. İlk iş Zeki ve Tufan’ı aradım. İkisi de bu habere o kadar heyecanlanmadılar. Aslında onların tepkisinden kötü bir şey olduğunu anlayabilirdim ama aşk gözümü kör etmişti. 1 buket gül yaptırıp buluşmaya gittim. Gülü verdimi, kibarca teşekkür etti, biraz havadan sudan konuştuktan sonra elini tutmaya çalıştım ama Gizem karşılık vermedi. O anda kötü bir şey olduğunu anladım. Yeni bir erkek arkadaşı olduğunu, evlenme teklifi aldığını hatta Fransa’ya taşınacaklarını öğrendiğimde bana Gizem’e mutluluklar dilemek dışında bir şey kalmamıştı. Hayatım kararmıştı. Gizem’imi kaybettiğim yetmediği gibi bunu bana şimdiye kadar söylemeyen Zeki ve Tufan’a olan güvenim de inanılmaz sarsılmıştı. Ama tabii bozuntuya veremezdim vermedim de. Gizem’e mutluluklar diledim, onun için çok sevindiğimi, onun mutluluğunun benim mutluluğum olacağını söyledim. Adının Tarkan olduğunu öğrendiğim çocuğu görsem oracıkta kafa atmak isterdim tabii ama yapabileceğim tek şey kendimi tanıtmak suretiyle gıcıklık yapmak olabilecekti. Yıkılmadım, ayaktayım hatta senin adına sevindim mesajı verdikten sonra eve gittim ve günlerce ağladım. Tarkan denilen herifi Facebook’tan buldum, neye benzediğini öğrendim. Tufan ve Zeki’nin 6’lı buluşmalarından benim yerime arada Tarkan’ın olması fikrini ise hiç kabullenemedim, adam resmen benim yerimi almıştı. Ölmüş deniz minarelerinin içinde yaşayan asalak deniz canlıları gibi boşalttığım yeri doldurmuş bir de utanmadan arkadaşlarımla gülüp eğleniyordu. En boktanıysa Tarkan’ı herkesin sevmesiydi.

Gizem’le Tarkan’ı birlikte görürüm korkusuyla 3 ay evden dışarı adımımı bile atmadım. Eve dışardan yemek söylüyor, çöplerini bile çöp kutusuna atmaya üşeniyordum. Bakkaldan sigara, içki, çikolata ve kuruyemiş siparişi veriyor. Sadece haftada bir çöp atmaya dışarı çıkıyordum onun için de apartmanın dışına çıkmam gerekmiyordu. Allah’tan Fransa’ya taşındılar da yavaş yavaş evden dışarı çıkabilmeye sonrasında gece kulüplerine tekrar gitmeye başladım.

Gizem’in Fransa’ya taşınmasından kısa bir süre sonra, önce Lale sonra Pınar doğum yaptı. Amerikan hastanesindeki doğum ziyaretlerinde meğer Zeki ve Tufan’la arkadaşlıklarımızın da neredeyse bitiş sözleşmesini imzalamışız. Çocuklarının doğumlarından sonra Zeki’yi de Tufan’ı da uzun süre pek görmedim. Hiç ayrılmayacağımı düşündüğüm arkadaşlarımla artık bambaşka dünyaların insanı olmuştuk. Onlar gece kalkıp çocuklarının altını değiştirirken ben sabahlara kadar bilgisayar oynuyor, anlamsızca internet forumlarını okuyarak saatler geçiriyor, aynı gecede sayısını bilmediğim kere otuzbir çekiyor, hava aydınlanmadan uyuyamıyordum. Ertesi gün kalktığımdaysa kış aylarından birindeysem hava kararmış oluyordu. O aradaki yıllar hızlı mı geçti yavaş mı geçti anlamadım ama önce Pınar ardından da Lale ikinci çocuklarına hamile oldu. Bense ikinci çocukları görmeye hastaneye bile gitmediğimi şimdi bunları size anlatırken fark ediyorum.

Artık arkadaşlarım birbirleriyle çocuklarının doğum günlerinde görüşüyor, tatile çocuklarıyla ve başka çocuklu ailelerle gidiyorlardı. Tatile beni çağırmıyorlardı ama çağırsalar bile tek başıma onların hayatlarına adapte olacak değildim. Kırk yılda bir de olsa 3’lü buluşmalarımızda ise konular çocuklar, evde çalışan yatılı kadınların problemleri, karılarından şikayetleri, nasıl seks hayatlarının kalmadığı kaldıysa bile heyecan vermediği oluyordu. Bana bekarlığın sultanlık olduğunu ve ne kadar şanslı olduğumu söylediklerinde ise gerçekten şanslı olduğuma inandıklarından mı yoksa beni teselli etmek için mi böyle söylediklerini bilmiyordum. Ben mutlu olmadığımı biliyordum ama.

Yaklaşık 1 yıl kadar önce Zeki hayatımdan çıktığı hızla tekrar hayatıma girdi. Hadi rakı-balık yapalım diye beni aradığında klasik 3’lü buluşmalarımızdan biri olacağını düşünüp konular beni açmayacak diye pek de heveslenmemiştim ama yapacak daha iyi bir şeyim olmadığı için de kabul etmiştim. Balıkçıya gittiğimde yer gösteren garson beni iki kişilik masaya oturttuğunda bir yanlışlık olduğunu düşündüysem de Tufan’ın gelmeyeceğini kısa süre içinde anladım.

Zeki heyecanla bana işte tanıştığı 23 yaşındaki sevgilisini anlatmaya başladı. Ben hayretler içinde dinlerken Zeki’nin mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Yemeği çok uzatmadan benim evime geldik. Evde içmeye devam ediyorduk ki Zeki sevgilisi ve sevgilisinin bir arkadaşını bana davet edip edemeyeceğini sordu. Ben tamam der demez, kızlar geldi, meğer benden cevap almadan zaten kızları eve çağırmış. Çok kısa bir cilveleşmeden sonra Zeki sevgilisiyle öpüşmeye başladı ben de doğal olarak adının Zeynep olduğunu öğrendiğim kızla yalnız kalmış gibi oldum. Biz konuşurken Zeki sevgilisini eskiden kendi odası olan odaya götürdü ve kısa bir süre içinde sevişme sesleri duymaya başladık. Zeynep’in tavrından ve gülmesinden onun da benle sevişmeye hazır olduğunu fark edince bir yere gitmeyecek olan sohbetimizi çok da uzatmadan dudaklarına yumuldum ve elimle memelerini okşamaya başladım. Memelerini okşarken sanki o zamana kadar bağıra bağıra konuşmuyormuş gibi “burda olmaz odana gidelim” diye fısıldadı. Benim için fark etmeyeceği için oracıkta kucaklayıp odama götürdüm ve yatağıma bıraktım. Pek konuşmaya fırsat ve gerek bile kalmadan sevişirken bulduk kendimizi. İkimiz de boşaldıktan sonra kaç yaşında olduğunu sordum. O da 23 yaşındaydı, üniversiteyi yeni bitirmişti ve hesaplarıma göre benim üniversiteye başladığım sene doğmuştu. Sevişmemiz ve sonrasında yatakta etmediğimiz sohbet bitince giyinip salona gittiğimizde Zeki sigarasını içiyor ve karısıyla çocuklarının olduğu eve dönmenin planını yapıyordu.

Zeynep’le o günden sonra 1 kere daha seviştik ama ilişkiye dönme ihtimali bana çok itici geldiği için üçüncü gelişinde soğuk durarak mesafe koymayı becerdim ama evim Zeki’nin garsoniyeri olarak uzun süre hizmet vermeye devam etti. Zeki’ye tekrar anahtar verdim, istediği zaman girdi, istediği zaman çıktı. Gittikçe daha uzun kalmaya hatta bazı günler sabaha kadar evine gitmemeye başladı. Uydurduğu yalanlar bana inandırıcı gelmediyse de Pınar’a sanırım tatmin edici geliyordu. Zeki ailesini kaybetmek istemediği için sevgilisinden ayrılacağını söylüyor ama bir türlü ayrılmıyordu. Ama Pınar’la aralarının çok kötü olduğunu Zeki’nin anlattıklarından biliyordum. Boşanacaklarını duyduğum zaman şaşırmamış sadece çocuklar için üzülmüştüm.

Boşanma kararı kesinleşince yavaş yavaş Zeki pişmanlığını dile getirmeye başladı. Tufan’la Lale’yi arabulucu yapmak istediyse de Lale pek oralı olmadı. Meğer uzun süredir ilişkiyi bilip de içine atan Pınar Tarkan diye biriyle tanışmış. Ben Gizem’imi bir Tarkan’a kaptırmış olduğum için Tarkan ismini duyunca hatıralarım, pişmanlığım, zamanında çocuklukla yapmadıklarım flashback edince ben bu işi düzelteceğim diye kafaya koydum. Keşke koymasaymışım.

Pınar’ı aradım, buluşmak istediğimi söyledim, bana karşı saygısı ve sevgisi olduğu için hayır demedi. İkimiz buluştuk. Hiç farkında olmadan buluşmak için önerdiğim yer Gizem’le son buluştuğumuz kafeydi. Önce merhaba, selam, sabah derken eski günleri konuşmaya başladık, ne kadar güzeldi, ne günlerdi derken bir baktım Pınar’a Zeki’nin ne kadar pişman olduğunu söylüyorum. Ama öyle palavralar atıyorum ki Zeki’nin adına, sanki yıllar önceki hatalarımı telafi ediyorum da Gizem’le aramı düzeltmeye çalışıyorum. Bir havaya girdim, bir havaya girdim inanılmaz.

Bir noktada Pınar bayağı ikna olmuştu nerdeyse, daha doğrusu olmamıştı da ben öyle sanmıştım. Sadece eski günleri ne kadar özlediğini özellikle de ailesinin birlikte olduğu günleri özlediğini söylüyordu. Ama Zeki bitmişti artık onun için. Sen de evlenmiş olsaydın Gizem’le hiç ayrılmazdık gibi duygusal bir laf ettiğinde ise hüngür hüngür ağlıyordum.

Derken sürpriz bir şekilde Pınar’ın yeni sevgilisi Tarkan geldi. Bizden daha genç belli, çok da kibar bir çocuk. Meğer almaya gelmiş Pınar’ı. Ben Tarkan dedi hafif utangaç, geldiğini bile anlamamıştım. Gayriihtiyari “ben de Tarkan” dedim cevap olarak. Ağzımdan laf çıkarken saçmaladığımı fark etmiştim ama artık söylemiştim bir kere. Utançtan kızardım ve terlemeye başladım. Önce Pınar’a baktım, suratı şaşkınlık içinde ne diyor bu salak diye düşünüyor olmalı. Sonra Tarkan’a baktım yüzünde dalga geçer bir sırıtış gördüm. İşte o anda sürüngen beynim devreye girdi. Küüt diye kafa attım Tarkan’ın suratının ortasına. Tarkan yere düştü, Pınar çığlık attı, kapıdaki korumalar koşa koşa gelip beni yaka paça kovdu. Kavgadan hoşlanmadığımı anlatmıştım hatırlarsanız, sürüngen beynime hakim olamadım sadece.

 

SON