Ateş’in doğumunda yaşadığımız kötü tecrübe
bize doktorumuzu değiştirtmiş ve bu sefer doğru seçimi yapmıştık. Sütten ağzı
yanan yoğurdu üfleyerek yer misali, erken doğum riskine karşı doğumdan önceki 6
haftada doktorumuzun da tavsiyesiyle Melisa yattı. Büyük bir başarıyla 38.
Haftaya kadar dayandıktan sonra bu sefer kendi isteğimizle sezaryeni seçmiştik.
Ateş’in doğumunun aksine her konuda hazırlıklıydık. Muhtemelen ilk ve son defa
doğum denen mucizeyi görebileceğim için çok heyecanlıydım. Annem kan
göremiyorsun sen doğuma girmesen daha iyi olur gibi anlamlandıramadığım bir
telkinde bulunduysa da hiç kulak asmadım. Önce Melisa’yı içeri aldılar, yarım
saat sonra da ben ve sevgili doğum fotoğrafçımız Aslı Tür’ü. İçeri girdiğimde
Melisa aldığı ilaçların etkisinden olsa gerek, uçuyordu ve içerde sevgili
doktorumuz Erhan Cankat ve esprileri sayesinde sandığımdan çok daha neşeli bir
ortam vardı. Anestezistlere Melisa ne içtiyse aynısından istiyorum demeyi
düşündüysem de ağlamaktan fırsat bulamadım. Doğum anı gelip de Atlas’ı görene
kadar sanki Ateş’in doğumundaymış gibi bir his vardı içimde. Fakat Atlas’ı
görünce her şey değişti. Hayatım boyunca unutamayacağım sahnelere o anda bir
tane daha eklendi. Ailemiz 4 kişilik olmuştu...
Günümüzde babalık hakkında bir blog olarak başlatmıştım ama 2020 yılından itibaren yazdığım hikayeleri de yayınlamaya karar verdim. Belki başka konularda da arada yazılar yazarım.
30 Kasım 2014 Pazar
26 Kasım 2014 Çarşamba
Ateş'in Doğumu
Ateş beklenen doğum tarihinden tam 4 hafta
önce, 36. haftada ve hiç beklemediğimiz bir anda doğmuştu. Melisa’nın o zamanki
doktorunun doktora tezi sanıyorum ki “bir doktor hastasına(?) ne saygısızlıklar
yapabilir” idi ve biz de deneklerden biriydik. Doktor bize hiç bir uyarı
yapmadığı için Melisa hamileliği boyunca yorulmaması gerekirken taşınma ve
hazırlıklarla kendini fazlasıyla yormuştu. Ben ise doğumdan 28 saat önce
iş seyahatimden gıda zehirlenmesi yaşamış halde gelmiş, doğumdan bir gün önce
olduğunu o anda bilmediğimiz Melisa’nın baby shower’ına da katılamamıştım. O
akşam günün yorgunluğuyla saat 20.00 civarında uyuduk. Melisa’nın içine doğmuş
olacak ki o gece yatmadan bir çanta yaptı, sabah 04.00 civarında da beni panike
bir halde uyandırdı. O saatte arabaya bindiğimizde Melisa doğuma gittiğimizden emindi
ben de doğuma gitmediğimizden. Sabahın o saatinde sanki trafik varmış gibi ara yollardan gittiğimi ise Melisa söylemese fark etmeyecektim bile. Hastanede kontrolü yapan doktorlar doğumun
başlamış olduğunu söyledikleri anda benim elim ayağım titremeye başladı.
Sevgili! doktorumuz bir konferans için Barcelona’ya uçacağını, eğer sezaryen
istiyorsak gelip hemen uçuş öncesi Melisa’yı doğurtacağını, eğer istemiyorsak
da kesinlikle hastaneye gelip zaman kaybetmeyeceğini, kararı da
o anda vermemiz gerektiğini bize müjdeledi. Melisa normal bir yana doğal doğum
istemesine rağmen çaresiz bir şekilde sezaryene razı olduğunu söylemek zorunda
kaldı. Daha yeni ailelerimize haber vermiştik ki Melisa’yı doğumhaneye aldılar.
Beni Melisa’nın epidural sezaryenle doğum yapması halinde doğuma alacaklarını,
genel anestezi olursa da doğuma almayacaklarını ama her türlü bana haber
vereceklerini söylediler. Koridorda volta atarken annemin sesini duydum, nasıl
olduysa benim olduğum yere gelebilmişti, önce onunla bir sarıldık. Ben
koridorda bana verilecek haberi beklerken doğumhaneden Ateş çıktı. O anda ilk
görüşte aşk neymiş öğrendim ve hüngür hüngür ağlamaya başladım...
O gün beni doğuma almaya hiç niyetleri
olmadığını yaklaşık 4 yıl sonra Atlas’ın doğumunda anlayacaktım. Beni doğuma
almak için hazırlamamışlardı bile.
8 Kasım 2014 Cumartesi
Uyku
Ateş ilk aylarından itibaren uykuyla sorunu olan
bir bebekti. Buna bir de zamanında uyusun diye katı durmaya çalışmamız ve
Ateş’in buna karşı geliştirdiği inat da eklenince uykuya dalmaya hep bir direnç
gösterdi. Ateş’in öğlen uykusu yarım saat gecikince ne yapacağız diye karalar
bağladığımız zamanlarda yakın yaşta çocuğu olan bir arkadaşım uykuyu tamamen
çocuğun inisiyatifine bırakmış olduğu için günün sonunda oğlunun uyumamış olduğunu
fark etmişti ve ben buna hayret etmiştim.
Ateş’le ilgili en büyük pişmanlığım Ferber
yöntemi ya da uyku eğitimi diye bilinen saçmalığa Melisa’yı ikna etmeye
çalışmamdır. Çocuk ve uyku dendiği zaman iki ekol var: Bir tanesi Ferber
yöntemi ya da diğer adıyla “ağlatma”, diğeri ise hep kucakta ya da yanında
durarak uyutma. Ferber yönteminde 6 aylık-1 yaşında arasında bir dönemde bebeği
odasında tek başına bırakıp ağlatıyorsunuz, daha sonra da 5 dakikada bir odaya
girip biz burdayız mesajı verip ağlaya ağlaya uyuyana kadar devam ediyorsunuz.
Bu sistemin savunucularının argümanlarını saymakla uğraşmayacağım ama malesef
bu yöntemin tek çözüm olduğuna Ateş’in avaz avaz çaresiz ağlamalarına şahit
olana kadar inanmış olduğumu itiraf etmek zorundayım. Melisa’ya gelince Ferber yöntemini çok yanlış
bulsa da benim ısrarlarım ve kendi kararsızlığı yüzünden denemeye razı oldu. Uygulamaya
karar verip de Ateş’i ağlattığımız günü düşününce şu anda bile içim fena olduğu
o tecrübeyi detaya girmeden geçeceğim. Sanırım 4. Gün, ki o gün annem de bizim
evdeydi, Ateş kendini paralarcasına ağlarken kafasını yatağın
kenarına(yastıklarla her yeri korumamıza rağmen) vurdu, o anda Ateş’i aldık, büyük
bir suçlulukla Ateş’i kucağıma yatırdım ve zavallım da mutlulukla anında uykuya
daldı. Ferber sisteminden o anda vazgeçtik. Sonuçta çocuğu ağlattığımızla
kaldık.
Ferber yöntemi başarısız olup da biz eski
sisteme döndükten sonra uzun bir süre Ateş evde birimizin kucağında uyudu. Sanırım 1 yaşı civarına gelince kucakta durmaz
hale geldiği için yatağına koyup yanında beklemeye başladık. O aylarda Ateş yanında duranın hep annesi olmasını istiyor ve
bir gece uyutma görevini ben üstlendiysem ben odaya girer girmez ağlamaya
başlıyordu. Benim odaya girdiğimi görünce avaz avaz ağlamaya başladığı bir gün
Ateş’e onu uyutmaya gelmediğimi onunla oyun oynamak istediğimi söylediğim anda sustu,
gülmeye başladı ve bir süre birlikte oyun oynadık, sonrasında da uykusu geldi
ve uyudu. Bu uyguladığım yöntem en disiplinlisinden en disiplinsizine kadar
okuduğum hiç bir kitapta tavsiye edilmemesine rağmen benim için en doğru çözüm
oldu. O günden sonra Ateş’i uyutma görevi bizim evde gittikçe bana doğru kaydı.
O günden bu güne geçen 3 yıl içinde Ateş’in uykuya dalması bazen kolaylaştı
bazen zorlaştı, bazen 5-10 dakikada genelde en az yarım saatte uyurken bazı
günler bu süre 2 saati buldu. Bir çok gece garip bir saatte kendimi Ateş’le
birlikte uyuyor buldum.
Uyku öncesi dakikalarda Ateş’e aynı kitapları
defalarca okudum, aynı masalları defalarca anlattım, yaratıcılığımı geliştirdim
masallar uydurdum, kendi çocukluğumu anlattım, Ateş’e bebekliğini anlattım ya
da yaşadıklarımızı balinalara, farelere yaşattım. Hafta içi çoğunlukla Ateş
uyurken evden çıkıp da akşam geldiğimde Ateş’in yatma saatine yakın olduğumu
düşünürsek Ateş’le birlikte geçirdiğimiz uyku öncesi dakikalar olmasaydı bugün
Ateş’le bu kadar birbirimize bağlı olmamız imkansız olurdu. Ateş’in bir çok ilk
kelimesini de bu dakikalarda duydum, gündüzleri normalde anlatmadığı hikayelerini
de bana bu zamanlarda anlatıyor, Ateş’in hayalgücünün sınırlarını da en çok
uyku öncesinde duyabiliyorum. Ateş yeni doğduğunda bana her gün ortalama 1
saatimi Ateş’i uyutmaya çabalamak için vermem gerekeceğini söyleseler sanırım
kabul etmezdim ama bugün bu dakikalar benim hayatımdaki belki en değerli
dakikalar ve bu dakikaları çocuklar büyüdüğü zaman çok özleyeceğimi çok iyi
biliyorum.
Atlas’a gelince Atlas’ı uyutma görevi şu anda
Melisa ve Atlas’ın dadısı Necla Hanım’da. Fakat Necla Hanım’ın izin gününde
Atlas’ı gece uykusuna yatırırken çok
keyifli vakit geçirdiğimi söyleyebilirim. Başka baba bloglarını okurken karşıma
çıkan rockabye ninnileri sayesinde Atlas’ı uyuturken bir yandan da sweet child
o’mine, master of puppets, enter sandman dinleyebilmiş oldum. Keşke bunları
Ateş bebekken de bilseydim de Brahm’s Lullaby’ı yüzlerce ya da binlerce kez
dinlemek zorunda kalmasaydım diye de hala düşünmekteyim.
Ateş’in uykusuyla ilgili diğer bir konu da
yatağında uyuduktan sonra her gece yanımıza gelmesi. Tanıdığım neredeyse herkes
ve okuduğum kitapların çoğu çocuğun yerinin kendi yatağı olduğunu söylüyor. Bu
konuda hiç bir zaman bu şekilde düşünen çoğunluğa katılmadım. En bebekliğindeki
yatakta ezme tehlikesi olan günleri saymazsak Ateş’in yanımıza gelmesinden hiç
rahatsız olmadım aksine gelmediği günler ne yapıyor diye gidip baktım.
Çocukların doğada kendilerine ait odaları olamayacağına göre çocuğun doğal
yatağının da bizim yanımız olduğunu içten bir şekilde düşünüyorum. Gece uyanıp
da Ateş’i yanımda görmek bana huzur veriyor.
Beni tek düşündüren şey Atlas büyüdüğü zaman 4
kişi yatağa nasıl sığacağımız. Nasıl olsa büyüyüp gidecekler kendi odalarına,
bundan 10 yıl sonra istesem de elde edemeyeceğim bir şeyi neden bugün elimin
tersiyle iteyim ki keyfini çıkarmak dururken.
İlgili bağlantılar:
Bahsettiğim Baba Blogu: www.babaolmak.com
Rockabye Ninnisi: Sweet Child O'Mine
Rockabye Ninnisi: Master of Puppets
Rockabye Ninnisi: Enter Sandman
Bahsettiğim Baba Blogu: www.babaolmak.com
Rockabye Ninnisi: Sweet Child O'Mine
Rockabye Ninnisi: Master of Puppets
Rockabye Ninnisi: Enter Sandman
3 Kasım 2014 Pazartesi
Giriş
Bir baba blogu oluşturmaya karar verdiğime göre ilk olarak
ailemden bahsetmem lazım: Ateş adında
Aralık'ta 4 yaşında olacak dünyalar tatlısı bir çocuk ve Atlas adında 3
haftalık, minicik, güzeller güzeli bir bebeğin babası, sevgili Melisa’nın kocasıyım.
İki gün önce Ateş'i uyuturken kendimi “Bir baba blogum olsa, daha önce de niyetlenmiştim, evet evet bir baba blogu oluştursam”
diye düşünürken buldum. Yazı yazmayı severim, söyleyecek çok şeyim de var,
neden yapmayayım ki? Ama çok iyi biliyorum ki mesele başlatmak değil devam
ettirmek, o yüzden blogun geleceği olur mu şimdiden bilemiyorum.
Günümüz babaları olarak birçoğumuz çocuklarımızın hayatında
en az anneleri kadar yer alıyoruz fakat maalesef birçok şey ebeveynlere göre
değil annelere göre dizayn edilmiş durumda. Çocuk eşyaları satan e-mağazalarda
anne-çocuk departmanları, annelerden tavsiyeler, annelerin beğendikleri gibi
kategoriler bulmakta hiç zorlanmazsınız ama 4 yıldır “babaların tavsiye
ettikleri” benzeri bir yazı okuduğumu hiç hatırlamıyorum. Ebeveynlik blogları
da çoğunlukla anneler tarafından yapıldığı için bizim yaşadıklarımızı yazan bir
klavye olmaya niyetlendim.
Beni bilgisayar başına oturtan ikinci önemli etken de ebeveynlik
stilleri: profesyonellerin söylemleri, çevremden duyduklarım ve içimden gelenler
arasındaki bocalama. Ben bu üçünden çoğunlukla üçüncüsünü tercih ettim bugüne
kadar ama evde çok zorlandığım zamanlar da sıklıkla oluyor. Sanırım bunların
hepsine ayrı ayrı değineceğim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)